Beş kuşak önce yaşamış, Osmanlı Devleti'nin dağılma dönemine tanıklık etmiş bu devlet bürokratı kimdi gerçekten? Bir kararın birçok kararı etkileyeceği mayın tarlası gibi, sisli puslu, doğruların yanlışlara karıştığı bir süreçte kritik görevlerde bulunmuştu. Ali, Cumhuriyet öncesi kan gövdeyi götürürken valilik yapmış olan bu aile büyüğünü yakından tanımak istedi.
Mart 1910'da o dönemin kritik bölgelerinden Erzurum'a vali olarak tayin olur Mehmet Celal Bey. Bu bölge 19. yüzyılın sonlarına kadar Türk, Ermeni ve Kürtlerin kardeşçe yaşadığı, çocuklarını birbirlerine emanet ettikleri bir bölgedir. Mehmet Celal Bey, hatıratında "O zamanlar Ermeniler ve Kürtler arasında bazı ihtilaflar vardı. Bunların en mühimi arazi meselesi idi. Fertlerine eşitlik bahşeden bir memlekette çeşitli unsurlar arasında iyi niyeti temin için, her şeyden önce bu ihtilafları, tarafların isteklerine göre ortadan kaldırmak, herkese hakkını vermek, herkesin hakkını hukuken korumak, fertlerin diğerlerine tecavüz ve hakimiyetinin zorla hüküm sürmesini men etmek, memlekette kanunu hakim kalmak lazımdı. Ben bu gayeyi takip ettim…" diye yazar.
19. yy sonunda kurulan devrimci Ermeni partilerinin benimsedikleri temel amaç Batı Ermenilerinin bağımsızlığa kavuşturulması ve Rusya ile Osmanlı imparatorluklarının egemenliği altında yaşayan doğu ve batı Ermenilerinin birleştirilmesiyle bağımsız bir Ermenistan'ın kurulmasıydı. 20. yüzyıla gelinirken Armenagan Partisi, Sosyal Demokrat Hınçak Partisi ve Ermeni Devrimci Federasyonu, Taşnaksutyun Osmanlı topraklarında faaliyet gösteren Ermeni siyasi partileriydi.
İstasyondaki Ermenilerin sefalet içindeki hallerine tanık olur. Konya Ermenilerinin tümünü evlerine geri gönderir. Diğer bölgelerden gelenlere ise muhacir fonundan yevmiye verdirmeye başlar. Haydarpaşa garından gelen trenler her gün binlerce Ermeni getirmektedir. Bunların daha güneye sevk edilmesi için emirler yağmaktadır. Mehmet Celal Bey, vagon olmadığı gerekçesi ile gelenleri Konya'da tutmakta, daha öteye gönderilmelerine izin vermemektedir.
Mehmet Celal Bey, tahmin edilenin aksine Fransızlar ve onlarla işbirliği yapan azınlıklar için çetin ceviz çıkacaktı. Adana'ya gelişinin akabinde tarih kitaplarında da yerini alan bir bayrak krizine yol açtı. Görev yaptığı valilik binasında Fransız bayrağının asılı olduğunu görüp indirilmesini ve yerine Osmanlı bayrağının asılmasını talep etti. Aksi halde görev yapmayacağını ifade etti. Uzun görüşme ve pazarlıkların ardından Fransızlar haftanın altı günü bayraklarını indirmeyi kabul ettiler. Bir gün asılı kalması ve bu günün de pazar günü olması konusunda ısrarlarını sürdürdüler. Mehmet Celal Bey o gün makama gelmeyeceğini açıkça beyan etti. Hâlbuki pazar günü Osmanlı'da işgünü idi. Celal Bey'in bu bayrak direnci sembolik gibi görünse de yerel halka büyük moral vermiştir. Halk sırf bayraklarının altından geçebilmek için valilik makamını sık sık ziyaret etmeye başlamıştır. Yeraltı direniş örgütlenmesi bundan cesaret almış ve faaliyetlerini hızlandırmıştır.
Ermeni ne kadar mazlum ve mağdur ise Fransız işgalindeki Adana'da işbirlikçi azınlıkların ve özellikle bir kısım Ermenilerin mezalimine maruz kalan Müslüman Türk vatandaşları da o derece mazlum ve mağdurdu. Ona göre devletin temel görevi, vatandaşını mağdur etmemek, onların mağdur olmasına engel olmaktı. İnsanların etnik kimliğinin bu görev anlayışında hiçbir önemi yoktu. Bu, onun devlet, adalet ve aslında insanlık anlayışı ve yaşama bakışı idi.
Mehmet Celal Bey'e göre çeteciler her şeyi yapabilirdi. Çünkü çeteciydiler. Ancak devletin görevi sadece suçlu olanları bulmak ve onları cezalandırmaktı. Dolayısıyla tüm bu sebepler toplu bir tehcirin gerekçesi olamazdı, olmamalıydı. Doğru veya yanlış vatanın selameti için Ermenilerin bulundukları yerlerden çıkarılmalarının gerekli olduğu düşünülmüşse bile, tehcir bu şekilde uygulanmamalıydı. Güneye sevk edilen Ermenilerin Arap göçebe kavimlerinin arasında gıdasız ve barınaksız telef olmaları kaçınılmazdı. Ermeniler asırlardan beri yerleşik bir kavimdi. Ağaçtan, sudan ve her türlü malzemeden yoksun bir Ermeni kavmi alışık olmadığı çöllerde yok olmaya mahkûmdu. Nitekim öyle de oldu.
Mehmet Celal Bey'e göre Ermeni meselesinde Müslümanlar ve Türkler tamamıyla malzemeydi. Halep Valiliği esnasında tehcir edilen Ermenilere yerli Müslümanların yardım ettiklerine, toprak sahiplerinin ona başvurarak Ermenileri topraklarında iskân edebileceklerini söylediklerine şahit olmuştu. Halep ve Konya'da hiçbir Türk'ün Ermenilerin mallarına tecavüz ettiğine şahit olmamıştı. Daha da ötesi Halep ve Konya'da tehciri destekleyen hiçbir Türk ve Müslüman'a rastlamamıştı. Bu durumda Türk ve Müslümanlar Ermenilerin başına gelenlerden nasıl sorumlu tutulabilirlerdi?
Büyük mücadelelerle geçen bir hayatta yorulan bedeni onun Cumhuriyetin ilerleyen yıllarını görmesine müsaade etmedi. 1926 yılında ebediyete kavuştu. On binlerce Ermeni vatandaşımızın katıldığı İstanbul'daki cenazesi nedeniyle iş hayatının birkaç saat için tamamıyla durduğu söylenir. On binlerce Ermeni vatandaşı Halep ve Konya'da onların veya akrabalarının hayatlarını kurtaran bu cesur devlet görevlisine son bir kez şükranlarını sunarlar. Bugün Swiss Otel'in bulunduğu İstanbul Taşlık'taki aile mezarlığına gömülür. Bu geniş arazi aslında ailenin mülküdür ve kabristanın muhafazası, bir cami yapılması ve geri kalan bölümünün parka dönüştürülmesi şartıyla İstanbul Belediyesi'ne hibe edilmiştir. Sözü edilen cami muhtemelen Abdülaziz döneminde inşaatına başlanan, ancak söylentilere göre müezzinin Dolmabahçe Sarayı'nın harem dairesini göreceği endişesiyle yarım bırakılan cami idi. Bu bölgeye bu sebeple Taşlık denmektedir. Ancak Belediye hiçbir taahhüdüne uymadığı gibi bu değerli bürokratın mezarının üzerinden yol geçirirken kemiklerinin nakline bile fırsat vermemiştir. Bugün Mehmet Celal Bey'e ait bir mezar bulunmamaktadır.