Almanya’nın en eski kentlerinden Bonn’da uzun süre kalarak Ticaret ve Ziraat Nezareti adına eğitimini ve ihtisasını sürdürdü. Çalışkanlığına ve disiplinine hayran olduğu bu ülkenin I. Dünya Savaşı’nın sonunda onu hayal kırıklığına uğratacağını ve yıllarca yaşadığı Ren nehrinin iki yakasında uzanan Bonn şehrinin savaş sonrasında önce İngilizler, ardından Fransızlar tarafından işgal edileceğini rüyasında görse bile inanmazdı.
Almanya, o dönemin birçok Osmanlı subayı ve bürokratı gibi onda da hayranlık uyandırıyordu. Bu çalışkan ve mücadeleci millete hayran olmamak mümkün müydü? Ona göre Alman halkının ekonomik düzeni, fedakârlık ruhu, vatan sevgisi ve sabrı başka hiçbir ulusunkine benzemiyordu. Daha sonra yorgun Osmanlı’nın yıkılmasına sebebiyet verecek bu hayranlık Osmanlı ordusunun ve bürokrasisinin kanına işlemişti adeta. II. Mahmut ile başlayan batılılaşma hareketini beraberinde getiren ve II Mahmut’un annesinin Fransız olmasının da etkisiyle ortaya çıkan Fransız hayranlığı bu kadar kısa sürede nasıl olup da Alman hayranlığına dönüşmüştü? Hâlbuki ıslahat hareketleri sonrasında ülkede belirgin bir Fransız hayranlığı ve taklitçiliği egemendi. Acaba o dönemde askeri işbirliği ve yardım maksadıyla İstanbul’a gelen Fransız zabitlerinin Pera’daki abartılı eğlencelerinin toplum üzerinde yarattığı olumsuz izlenimin sonucu muydu bu değişim? Yoksa Alman ve Osmanlı İmparatorluklarının beraberce oluşturduğu bilinçli bir politikanın sonucu muydu?
Kasım 1889’da genç Alman imparatoru II. Wilhelm ve eşi İmparatorluk yatı Hohenzollern ile İstanbul’a gelmişti. II. Wilhelm’in yeni dünya politikasında Osmanlı İmparatorluğu’nun yeri ve önemi büyüktü. Ancak bu konuda Alman Şansölyesi Bismarck ile ciddi görüş ayrılıkları vardı. Kaiser II. Wilhelm İstanbul’da büyük bir diplomatik boşluk olduğunu fark etmişti. Kanuni Sultan Süleyman döneminden Bonapart dönemine kadar bu boşluk Fransa tarafından doldurulmuştu. Bu tarihten sonra İngilizler politik hakimiyeti ele geçirmişler ve bu hakimiyet 1878’de Kıbrıs’ın ve 1882’de Mısır’ın İngilizler tarafından işgaline kadar sürmüştü. Asırlardır Osmanlı’nın egemenliği altında bulunan bu toprakların işgali İngilizler ile Osmanlı arasındaki ilişkiyi soğutmuş ve Almanya’nın fark ettiği bu politik boşluk ortaya çıkmıştı. Aslında bunu değerlendirmek görünürde Almanya için de oldukça akıllı bir hamle idi. Zira süratle güçlenen ve donanmasını da güçlendiren Almanya’nın Fransa ve İngiltere ile işbirliği şansı yoktu. Öyle ya sömürgeciliğe yeni başlayan bir ülkenin paylaşacak veya pazarlığa konu olacak sömürgesi de yoktu. Hâlbuki Fransa ve İngiltere ellerindeki sömürgeleri Fas ve Mısır’da olduğu gibi paylaşacak ve biri diğerinin sömürgesindeki varlığını kabul edecekti. 1900’lü yılların başında birçok ülke güçlü devletlerin sömürgesi haline gelmişti. Bu iktidar savaşına sonradan katılan Almanya’nın yeni sömürgeler elde edebilmek için belli ki çok daha fazla mücadele vermesi gerekiyordu. Bu politikanın gölgesinde 1881 yılında Almanya’nın önemli komutanlarından Von Der Goltz ve heyeti İstanbul’a gelmiş ve Goltz Paşa yıllarca Osmanlı ordusunu yeniden organize etmek ve güçlendirmek için uğraş vermişti. Alman tüccarlar Osmanlı topraklarında faaliyete başlamışlar, bunun sonucunda Deutsche Bank İstanbul’da şube açmıştı. Osmanlı aydın sınıfı ve ordusu üzerinde Alman etkisi ve hayranlığı giderek artıyordu. Kaiser II. Wilhelm yaklaşık 10 yıl sonra 1898’de İstanbul’u ikinci kez ziyaret etti. Bu ziyaretin devamında Kudüs’e giderek orada bir Protestan kilisesi açtı. İngilizlere bu konuda da meydan okumuş oldu. II. Wilhelm’in amacı doğuya yayılırken Müslümanların desteğini almaktı. Bu sebeple aynı zamanda halife olan II Abdülhamid ile dostluğuna çok önem verdi.
II. Wilhelm’in bu ikinci ziyareti aynı zamanda ticari bir önem taşımaktaydı. Zira Haydarpaşa-Bağdat demir yolunun görüşmeleri bu ziyaret esnasında yapıldı. Burada maksat Almanya’nın üstün kara ordusunu Basra’ya kadar taşıyabilecek bir demiryolu ağına sahip olması ve İngilizlere karşı üstünlüğü ele geçirmesiydi. Projeye 1902’de başlandı. 1909’da II. Wilhelm’in sevgili dostu ve müttefiki II. Abdülhamid tahttan indirilince ilişkiler kısa bir süre için kesintiye uğradı. Ancak ordu ve bürokrasi Alman etkisinde yetişmiş subay ve bürokratlardan oluşuyordu. Balkanlar kaynıyordu; bu subay ve bürokratlar Osmanlı yönetiminde söz sahibi hale gelmişlerdi. Bu sebeple Alman etkisi alabildiğine devam ediyordu.