Mehmet Celal Bey’in ablası Nebile Hanım, o dönemin şöhretli komutanı Müşir Kazım Paşa ile evlenmişti. Müşir Kazım Paşa, Plevne savunmasında kahramanca savaşmış, ancak Gazi Osman Paşa ile beraber Ruslara esir düşmüştü. Esareti sırasında kılıcı Rus komutan tarafından kendisine iade edilmiş ve kahramanlığı bir nevi tescil olmuştu. Müşir Kazım Paşa, Abdülaziz döneminde sadrazamlık yapan Sakızlı Ahmet Esad Paşa’nın da küçük kardeşiydi. Osmanlı’ya üstün hizmetlerde bulunmak o dönemde kimileri için bir aile geleneği, hatta kaçınılmaz bir görev gibiydi. Babaları, Sakız Müftüsü Süleyman Bey’den aldıkları bayrağı cesurca taşımaktı aile gelenekleri; nitekim öyle de yaptılar.
Mehmet Celal Bey Almanya dönüşünde, Gürcü kökenli Rukiye Hanım ile geleneklere uygun biçimde evlendi. Rukiye Hanım1 bir Osmanlı bürokratı ile evlenmiş olmanın ve üç çocuğunu eşi olmadan yetiştirmenin çilesini tüm hayatı boyunca çekti ancak bunun sorumluğunun farkında olarak bu görevi vakurla yerine getirdi.
Osmanlı’da en yaygın dil Fransızca olduğu halde, Mehmet Celal Bey tüm çocuklarının önce Almanca öğrenmeleri için gayret göstermiş, bu amaçla tüm çocuklarının eğitimini Alman mürebbiyelere emanet etmişti. Ona göre ülkenin kaderi Almanya ile olan yakınlaşmaya, ülkenin gelişimi ise Alman bilim ve teknolojisine dayanacaktı. En büyük kızları ve dönemin en alımlı kadınlarından biri olan Atıfet Hanım erken yaşta varlıklı tüccarlardan Nazım Bey ile evlenmişti. Nazım Bey, Atıfet Hanım’a görkemli bir hayat yaşattıktan sonra 1940’larda tüm servetini kaybedecek ve intihar edecektir.
Ortanca çocukları Süheyla, gezmeyi ve dünyayı görmeyi çok arzu etmekteydi. O tarihlerde bir Hollanda sömürgesi olan Batavya’dan Mektebi- Sultaniye’ye (bugünkü adıyla Galatasaray Lisesi) okumaya gelen ve ardından Belçika ve Fransa’da yüksek ziraat mühendisliği tahsili yapan Javalı Haşim Al-Attas ile evlenir. Yemen’in önde gelen ailelerinden Al-Attaslar nesiller önce denizleri aşarak Java’ya yerleşmişler ve o zamanlar Batavya’nın ileri gelen ailelerinin sürdürdüğü gelenek gereği oğulları Haşim’i İstanbul’a okumaya yollamışlardı. Eğitimini tamamladıktan sonra yaşamını İstanbul’da sürdürmeye karar veren Haşim Bey, bir okul arkadaşının baldızı olan Süheyla Hanım ile tanışacak ve kısa bir süre sonra evlenip 1920 yılında, uzun ve maceralı bir yolculuktan sonra Java adasının Jakarta şehrine geri dönecektir. Kızları Sevda 1921’de Jakarta’da, oğulları Javalı Celal ise Cumhuriyet kurulduktan iki yıl sonra İstanbul’a döndüklerinde doğar.
Mehmet Celal Bey ve Rukiye Hanım’ın en küçük çocukları Ömer Celal ise göçmen kuşlar gibi dört bir yana dağılan diğer aile fertlerinin izini takip ederek I. Dünya Savaşı yıllarında Berlin’e okumaya gider ve uzun yıllar Almanya’da kalır. Ömer Celal (Sarc) dönüşünde genç Türkiye Cumhuriyeti’nin en genç ekonomi profesörlerinden birisi olur ve birkaç dönem İstanbul Üniversitesi’nin rektörlüğünü yapar. İlk Türk ressamlarından, çağdaş Türk müzeciliğinin kurucusu Osman Hamdi Bey’in torunu Cenan Hanım ile evlenir.
Mehmet Celal Bey yüklendiği muhtelif idari görevin ardından 1908 yılında mezun olduğu Mekteb-i Mülkiye-i Şahane’ye müdür tayin edilir. Mart 1910’da Erzurum Valiliği’ne tayini çıkana dek bu görevi sürdürür. Bir mülkiye mezunu için okula müdür tayin olmak o dönemin bürokrasisinde bir ödül ve aynı zamanda çok önemli bir gurur konusudur. Daha sonra alacağı kritik görevlerde o dönemin iktidar sahiplerinin emirlerini cesurca yerine getirmeyişinde, buna karşılık söz konusu kişilerin onu görevden almak dışında bir şey yapamamış olmalarında belki de Osmanlı bürokrasinin beşiği olan Mekteb-i Mülkiye-i Şahane’de müdürlük yapmış olmasının rolü büyüktü. 1908-1910 yılları arasında mezun olan tüm bürokratlar arasında müdürleri Mehmet Celal Bey adeta bir efsane olmuştu. Onu Mülkiye’de müdür olduğu yıllardan tanıyan ve devletin farklı kademelerinde görev almış öğrencileri onun daha sonraki yıllarda gerçekleştirdiği sıra dışı ve cesur hamlelerine saygı ile yaklaşacaklardı.