Mart 1910’da o dönemin kritik bölgelerinden Erzurum’a vali olarak tayin olur Mehmet Celal Bey. Bu bölge 19. yüzyılın sonlarına kadar Türk, Ermeni ve Kürtlerin kardeşçe yaşadığı, çocuklarını birbirlerine emanet ettikleri bir bölgedir. Mehmet Celal Bey, hatıratında1
“O zamanlar Ermeniler ve Kürtler arasında bazı ihtilaflar vardı. Bunların en mühimi arazi meselesi idi. Fertlerine eşitlik bahşeden bir memlekette çeşitli unsurlar arasında iyi niyeti temin için, her şeyden önce bu ihtilafları, tarafların isteklerine göre ortadan kaldırmak, herkese hakkını vermek, herkesin hakkını hukuken korumak, fertlerin diğerlerine tecavüz ve hakimiyetinin zorla hüküm sürmesini men etmek, memlekette kanunu hakim kalmak lazımdı. Ben bu gayeyi takip ettim. Her şeyden önce, ihtilaflarının sebeplerini, memleketi ve halkı layıkıyla anlamak için incelemede bulundum. Herkesle görüştüm. İfadelerini dinledim. Vilayetin her tarafını dolaştım. Çadırlarda Kürt beylerine, köylerde Ermeni çorbacılarına misafir oldum. Erzurum vilayetinde bir-iki gün dinlenmediğim bir nahiye yoktur. Bunun neticesinde anladım ki unsurlar arasında esaslı ihtilaf yok; bilakis Kürtler, Türkler ve Ermeniler arasında asırlardan beri yerleşmiş bir dostluk, karşılıklı bir güven mevcut. Hamallık, bekçilik etmek üzere İstanbul’a, İzmir’e giden Kürtler, çoluk çocuğunu, komşusu Ermeni’nin himayesine, ticaret için Rusya’ya Amerika’ya giden Ermeniler de ailelerini Türklerin ve Kürtlerin himayesine bırakıyorlar ve iki tarafta bu emaneti güzelce korumaya çalışıyor. Bütün vilayette sadece iki sınıf vardı. Biri hukuka tecavüzle menfaat elde eden zorbalar, diğeri bu zorbaların kötülük ve zulmüyle, karşı koyma gücünü kaybetmiş mazlumlar: Türkler, Kürtler ve Ermeniler. Kaderlerindeki benzerlik, bu biçareleri birbirine bağladığından, zorbalık kaldırılabilseydi, aralarında hiçbir nefret vesilesi kalmayacaktı. Her şeyden evvel bu zorbalığı kırmaya çalıştım. Memlekette herkes hakkında eşit bir kanun olduğunu çalışarak göstermek istedim ve kendi memurluk dönemimde maksadıma eriştik. Arazi ihtilafları da yine zorbalıktan çıkmıştı. Bu ihtilaflardan sadece Ermeniler değil, Türkler, Kürtler aynı derecede zarar görmüşlerdi,”
diye yazmıştı.
1911’deki Edirne Valiliği ve kısa bir Dahiliye Nazırlığı görevinin ardından Aydın Valisi olur. Ne tesadüftür ki eniştesi Müşir Kazım Paşa da 1909’da bu bölgeye vali olmuş ve ardından yaş haddi sebebiyle emekliliğe ayrılmıştır. Mehmet Celal Bey’in kritik serüveni Temmuz 1913’te tayin olduğu ve iki yıl boyunca görev yapacağı Halep Valiliği ile devam eder.
Osmanlı azınlıklarının yoğun olarak yaşadığı bu bölgede idareciliği sayesinde azınlıkları daha yakından tanıma fırsatını yakalar. Ona göre “gayrimüslim kavimler arasında bize en yakın olan ve beraber yürümeye en müsait bulunan kavim Ermenilerdi”. Erzurum’da oluşmuş bu kanaati Halep’te iyice pekişmişti.
Sarıkamış Faciası 1915 yılının ilk aylarında yaşanmış, Osmanlı bu savaşta profesyonel ordusunun büyük bölümünü kaybetmişti. Ancak bu acı haberin duyulması Osmanlı yönetimi tarafından gazetelere uygulanan sansürle önlenmiş, hatta yönetim Sarıkamış Harekâtı’nı bir zafer olarak sunmaya teşebbüs etmişti. Ama halk yine de durumun farkındaydı. Aynı yıl başlayan Çanakkale Savaşı’nda profesyonel ordusunun çoğundan yoksun Osmanlı ordusu tecrübesiz gençlerini cepheye sürmekteydi. Kanal cephesinde çatışmalar yoğun biçimde devam etmekteydi. Osmanlı eski askeri gücünden yoksun olduğu için çok kritik günler yaşıyordu. İşte tam bu dönemde, Mayıs 1915 tarihinde Osmanlı Hükümeti tehcir kararını aldı ve Haziran başında uygulamaya koydu. Osmanlı Hükümeti’ni kontrolü altında tutan İttihat ve Terakki’nin ileri gelen üyelerine göre I. Dünya Savaşı sırasında Anadolu’da yaşayan azınlıklar ve özellikle Ermeniler vatanın bütünlüğü konusunda ciddi tehdit oluşturuyorlardı.
19. yy sonunda kurulan devrimci Ermeni partilerinin asıl hedefleri Batı Ermenilerinin bağımsızlığa kavuşturulması ve Rusya ile Osmanlı’nın egemenliği altında yaşayan Doğu ve Batı Ermenilerinin birleştirilmesiyle bağımsız bir Ermenistan’ın kurulmasıydı. 20. yüzyıla gelinirken Armenagan Partisi, Sosyal Demokrat Hınçak Partisi ve Ermeni Devrimci Federasyonu, Taşnaksutyun Osmanlı topraklarında faaliyet gösteren Ermeni siyasi partileriydi. “Bu partiler, siyasi hedeflerine ulaşabilmek için, İmparatorluk karşıtı başka siyasi örgütlerle işbirliği yapıyorlardı. Diğer siyasi örgütlerle işbirliği ilkesi parti programlarına da yansımıştı. Ermeni partilerinin, İmparatorluk’la mücadele etmekte olan diğer halkların siyasi örgütlerinin yanı sıra Türk halkının, Jöntürkler gibi Sultan’ın yönetiminden ve güttüğü siyasetten hoşnut olmayan liberal katmanlarını da bir araya getiren tek bir cephe oluşturmaya yöneldikleri açıkça görülür. Bu ilişkileri kurma girişimini öncelikle 1894’te Jöntürklerin başlattığını belirtmek gerekir, ancak inisiyatif daha sonra, çabalarıyla II. Abdülhamid’e karşı tek cephe oluşturulmasını sağlayan Taşnaksutyun’un eline geçti. Ermeni devrimci partilerinin gözü kara eylemlerini dikkatle izlemekte olan Jöntürkler, Paris’teki merkezleri aracılığıyla Ermeni partilerine bir teklif getirdiler: Güç birliği yaparak reformları yalnızca Ermenilerin yoğun yaşadıkları vilayetlerde değil, tüm Osmanlı devleti sathında gerçekleştirmek.”2
Ermeni nüfusunun büyük bir bölümü özellikle Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgesindeki şehirlerde yaşamaktaydı. Bu şehirlerin hiç birinde Ermeni nüfusu çoğunluk değildi. 1896 yılında Ermeni çeteleriyle yaşanan karışıklıklarından sonra doğudaki durum bir derece normale döndü, ancak yerel nüfus içindeki Ermenilerle Müslümanlar, bilhassa da Kürtler arasında ilişkiler gerginliğini sürdürüyor ve sık sık çatışmalar oluyordu. Mayıs 1913’te Taşnaksutyun temsilcileri Doğu Anadolu’daki Ermenilerin korunması için yabancı bir jandarma örgütünün kurulmasını istediler. Bu konu için İttihat ve Terakki Cemiyeti hükümeti İngilizlere başvurmuş, İngilizler de konuyu Fransız ve Rus hükümetleriyle görüşmüştü. 1914 Şubat’ında, Doğu Anadolu’da geniş kapsamlı yetkileri olan iki müfettişliğin kurulmasına dair bir anlaşmaya varılmış ve Mayıs ayında bölgeye bir Belçikalı ve Hollandalı müfettiş tayin edilmişti. Savaşın çıkması bu planın uygulanmasına engel oldu.
Savaş patlak verdiğinde, Ermeni milliyetçileri Doğu Anadolu’da bir Ermeni devleti kurulması ihtimalinin Rusların zafer kazanması halinde gerçekleşebileceğine inanıyordu. Rus propagandası bu emelleri cesaretlendiriyordu. Birkaç bin Ermeni, Rus ordusuna katılmıştı. Ermeniler Osmanlı ordusundan firar etmekte ve Osmanlı hatlarının gerisinde gerilla faaliyetlerine katılmaktaydı. Bu durum karşısında Osmanlı kabinesi, Dâhiliye Nazırı3 Talat Paşa’nın girişimiyle, savaş bölgesindeki bütün Ermeni halkının Suriye çölünün merkezindeki Zor’a yerleştirilmelerini kararlaştırdı. Bu sebeple 27 Mayıs 1915’te Tehcir4 Yasası yürürlüğe girdi.